Ses tasarımı ve mimarlık: Duymayı ne zaman unuttuk?

Tasarım disiplinlerinde ve bu disiplinlerin eğitiminin temelinde insan bulunur. Yapılı çevreyi düzenleyen, kullanıcıların bu çevrede gerçekleştirdiği eylemlerdir. Bu sebeple, yapılı çevreyi statik bir görsel olarak hayal etmek ve bu hayale dayanarak yalnızca görsel estetiği hedef alarak tasarım yapmak mesleğin doğasına aykırıdır. Yapılı çevre statik değil dinamiktir ve bu dinamizm, statik estetik anlayışından uzaklaşmayı gerektirir. Bu statik-dinamik estetik ikilemi, fotoğraf ve film arasındaki farklılıklara gönderme yapar. Fotoğraftaki statik estetiğin katı çizgileri film kamerasının arkasına geçildiğinde esner. Hareketli görüntünün dinamik estetiği bir diğer duyuya daha ihtiyaç duymaktadır: işitme duyusu. İşitme duyusu olmadan dinamik estetik topal kalır, çünkü insan eylemlerinin gerçekleştiği her mekanda ses vardır. Bu sebeple, mekanda yaratılacak işitsel çevreyi öngörmeksizin, yalnızca statik görsel estetiği merkeze koyarak yapılan yapı ve fiziksel çevre tasarımı eksiktir ve bütüncül olmaktan uzak kalmaya mahkumdur. Mimarlıkta amaç, duyular arası tutarlılık sağlayan bütüncül ve insan odaklı tasarım olmalıdır.

Burada iki farklı disiplini eleştiriyoruz. Bunlardan ilki yapıları insan ihtiyaçlarına göre tasarlama görevini üstlenen mimarlık disiplini, ikincisi ise çevresel ses kontrolünü sağlama (!) görevini üstlenmiş olan mimari akustik disiplini. Bu eksik görev tanımına birazdan döneceğiz.

Mimarlık disiplinlerine eleştirimizin temeli Rönesans’a kadar dayanmakta. Asırlar boyu duyular arası, bütüncül, ve insan odaklı tasarımı hedef almış olan mimarlık disiplinleri, Rönesans’la başlayan ve giderek şiddetlenen görsel estetik dayatmasından bir türlü kurtulamıyor. Onlarca yıl mimarlığı dergilerdeki statik imajlardan takip eden nesil, yeni yüzyılın dijital devrimleri sayesinde Pinterest’e ve Instagram’a geçiş yaptı. Mimarlığın ve yaratıcılığın olmazsa olmazı çok duyulu hayal gücü, maruz kaldığı binlerce yapı fotoğrafıyla köreldi ve ne yazık ki bu yüce meslek, gördüğü form, geometri, malzeme ve renklerin kolajını oluşturan, eğitilmiş küratörlüğe kadar indirgendi.

İkinci eleştirimiz ise mimari akustik disiplinine. Bilindiği gibi, mimarlık ve iç mimarlık bölümlerinin müfredatlarında mimari akustik konusu işlenmektedir. Mimari akustik konusu bu bölümlerin bir kısmında bağımsız bir ders olarak işlenirken, bir kısmında ise yapı fiziği, çevresel kontrol ve benzeri derslerin içerisinde geniş kapsamlı olarak öğrencilere aktarılmaktadır. Ders içeriklerini incelediğimizde, öğrencilere akustiğin fiziksel temellerinin aktarıldığını, oda akustiğini iyileştirmenin yöntemlerinden bahsedildiğini ve son olarak da gürültü kontrolü konusunun işlendiğini görmekteyiz. Oysa ki ‘mimari’ akustik bunlardan ibaret olmamalıdır. Bu dersler, sesin de bir tasarım öğesi olduğunu öğretmek için kullanılabilecek en uygun mecralardır.

21. yüzyılın başlarında beri süregelen işitsel peyzaj konusu, burada yapılan eleştirilerin karşısında durmaktadır. Murray Schaffer’ın The Tuning of the World (1977) kitabıyla başlayan işitsel çevre tasarımı fikri, günümüzde işitsel peyzaj (soundscape) adı altında hızla gelişmekte olan bir akustik disiplini haline gelmiştir. Her ne kadar olumlu yönde ve insan odaklı bir ilerleme olarak görülse de, henüz mimarlıkta sesin bir tasarım öğesi olarak kullanılması üzerine net bir yöntem geliştirilmemiştir. Bunun yanı sıra, ne yazık ki işitsel peyzaj konusu da özünde gürültüyü kontrol etmeye çalışır. Tek farkı gürültünün sübjektifliğini savunmasıdır.

Oysa ki konumuz yalnızca istenmeyen seslerden kurtulmak değil, aynı zamanda yapılarda ve yapılı çevrede duymak istediğimiz sesleri de planlamak olmalıdır. Yazının başında bahsettiğim fotoğraf-film ikilemini bu noktada tekrar hatırlamakta fayda var. Dinamik görsel estetiği destekleyen işitsel veri, sinemada 60 yılı aşkın bir süredir tasarlanmaktadır. Sinemada tesadüf yoktur. Eğer film sırasında bir ses duyuyorsanız, bu ses tasarlanmış, kaydedilmiş, düzenlenmiş ve yerleştirilmiştir. Ünlü ses tasarımcısı Walter Murch bir röportajında, “…nasıl bir iç mimar ilgi çekici bir şekilde bir yapıyı tasarlıyorsa, ben de sinemada aynısını yapıyorum. Sinemanın 3 boyutlu mekanını ses ile dekore ediyorum” demiştir. Sinemada görsel veri ve işitsel veri, tutarlı bir şekilde, ve birbirini destekleyerek aynı hikayeyi anlatmaktadır. Bu noktada, mimarlığın ve diğer tasarım disiplinlerinin sinemadan öğrenebilecekleri çok şey bulunmaktadır. Bizler de tasarımcılar olarak insanların hikayelerini anlatmıyor muyuz?

Mimarlıkta ses nasıl tasarlanır? İşte benim bilimsel arayışım tam olarak bu noktada başlıyor. Takip ettiğim örnek, 60 yılı aşkındır film sektöründe kullanılmakta olan ses tasarımı metodolojisi. Bu araştırma problemini lisans seviyesinde ‘Applied Acoustics and Lighting Design’ (Uygulamalı akustik ve aydınlatma tasarımı), yüksek lisans seviyesinde ‘Synesthetic design’ (Sinestetik tasarım) ve doktora seviyesinde ‘Sound Design for Interior Architecture’ (İç Mimarlıkta ses tasarımı) derslerimde 3 yılı aşkın bir süredir derinlemesine tartışmaktayız. Amacım, mimarlığı, mimari akustiği ve işitsel peyzaj konusunu, ‘ses tasarımı’ teorisi ile bir araya getirmek. Uzun soluklu bir araştırma sürecinin sonucunda ortaya çıkacak ‘mimarlıkta ses tasarımı modeli’, mimarlık ve tasarım öğrencilerine, ve mesleğin profesyonellerine bir kılavuz olma niteliği taşıyacaktır.